reklam

Manşet

UMUTSUZLAR

Yazar Unknown 10 Şubat 2017 Cuma 0 yorum

UMUTSUZLAR

yılmaz güney – filiz akın

Yılmaz Güney’in 1971 yılında senaryosunu kendi yazıp yönettiği sinema filmi Umutsuzlar 3.Adana film festivalinde en iyi yönetmen, en iyi senaryo ve en iyi erkek oyuncu ödüllerinin alarak dönemin en çok konuşulan filmlerinden birisi olmuştur. Hatta o dönemde içinde aşkı diri tutan babalar; kızlara Çiğdem(Filiz Akın) erkeklere Fırat ismini vermişlerdir. Şu an kırklı yaşlarda bu isimlere sahip olanlar ihtimal buradan esinlenerek isimleri konulmuştur.
Film insanın içinin kıyım kıyım eden keman sesinin ardından Selva Erdener’in
tüm insani yanlarımızı ortaya çıkaran sesiyle umutsuzların hikayesini seslendirir.
Umutsuz gönlüm kırık
Umutsuz boynum bükük
Umutsuz dünyam kara
Bahtım kara, bağrım yanık
Emek sinemasında oturduğunuz yerde hala naif bir kalp taşıyorsanız gözlerinizden yaşlar birer ikişer düşmeye başlamıştır. Konuşma replikleri olmadan film çekmenin zorluklarını size anlatmaya kalkarlarsa sakın inanmayın. Keman sesinin telleri gözlerinizden tutar sizi iki bakışın ortasına öyle yerleştirir ki hangi yöne gideceğinizi şaşırırsınız. Kabadayı Fırat’ın ve balerin Çiğdem’in göz göze geldiği sahneyi izlersiniz, yaratıcının bu sahneyi sonsuz tekrar etmesini istersiniz. Leyla’sını aramaya koyulan Mecnun’un arama ilanları yapıştıracağı bir yer yoktur çölde, umutsuzların imkânsız aşkı için her yer ilan doludur oysa. Afrika çiğdeminin rengini avucunda yaşatmak için bir Fırat’ı kurutursun yine de kupkuru bir ayrılık kalır ortada.
12 Mart muhtırasının verildiği sosyal karmaşa içinde olan ülkede filmler hep mutlu sonlarla bitiyordu. Halk hayatta karşılığını bulmadığı hayalleri sinema perdesinde görmek istiyordu. Bu sebepten mütevellit prodüktörler ve yönetmenler hep mutlu sonla bitiriyorlardı filmleri. Umutsuzlar, bu süreçte mutsuz sonla biten ilk senaryo özelliğini taşır. İleride çekilecek mutsuz sonla biten filmlere zemin hazırlayan bir yapımdır. Tüm gerçek aşklarda da kahramanlar onulmaz acılar çeker, hiçbir zaman kavuşma senaryosu yazamaz ve çekemezler. Bitmeyen hikâyeler yarıda kalmış hikâyelerdir…
Çiğdem geçmişi unutup kendine yeni bir hayat kurarak Fırat’ı unutmaya çalışsa da her gün gazete sayfalarında ölüm haberinin olma ihtimalinin ızdırabını çekmektedir. Her manşete bakarak kendini yavaş yavaş öldürmektedir sanki.  Çiğdem’in dilinden yer altı dünyasının korkulan kabadayısının aslında içinde büyük bir dünya taşıdığını şöyle anlatır:
Onu ilk gördüğüm günü hatırlıyorum. hep bu koltukta otururdu. aylar böyle sürüp gitti. hergün gelen isimsiz gülleri hep o gönderirmiş. artık ona iyice alışmıştım. sahneye çıkar çıkmaz gözlerim onu arardı. sonra birgün gül gelmedi o da gelmedi. ertesi gün ve daha ertesi gün gene yoktu. sonraki gün güller geldi ama o gelmedi. ona öylesine alışmıştım ki dayanamadım soruşturdum. aylarca gelip giden sessiz ve sıcak bakışlı adamım kimdi? iki gun sonra öğrendim hastanedeymiş. sırtından üç kurşunla vurmuşlar. kimliğini öğrenince şaşırdım, meğer bizim sessiz ve sıcak bakışlı adamımız istanbul’un gayrı meşru bütün işlerini çeviren büyük Fırat’mış. hastaneye ziyaretine gittim. sevinçten gözleri doldu.
günler sonra uslu bir çocuk çekingenliğiyle oyuna geldi. kendisini aradığım için çok mutlu olmuş, teşekkür etti. ben onun hayatında devamlı kanayan kırmızı bir gülmüşüm.
konuşurken utanıyor, yüzü kızarıyordu. hiç güldüğünü görmedim. sanki yüzünde geçmişin bütün kederlerini taşıyordu. günler geçtikçe onsuz edememeye başladım. o benim için vazgeçilmez, uzağında yaşanılmaz bir hale geliyordu. birgun beni anasına götürdü. anası çok sevdi beni. boynuma sarılıp ağladı. “yavrum bu deli herife sahip çık, onu kurtarırsan sen kurtarırsın” dedi.
her an ölümün eşiğinde bir adamdı. belinde silahı, her an vuruşmaya hazır, ölüme hazır yaşıyordu. yaşadığı hayat onu her an benden alıp götürebilirdi. onu kurtarmak, onu yaşatmak zorundaydım. benim hüzünlü ve kederli sevgilim ölmemeliydi. su testisi su yolunda kırılmamalıydı. kollarının sıcağında bir ömrü beraber bitirmeliydim.
kırları, tahta masalı kahveleri severdi. ömrü hapislerde geçmiş, insanların hep kötü yanlarını görmüş. bazen ona çocuk masalları anlatırdım. gözlerini benden ayırmaz, sessiz, uslu, saatlerce dinlerdi. birgün bana “senin masallarındaki iyi insanlar nereye gitti?” dedi. hâlâ yaşarlar dedim. “ben hiç görmedim” dedi.
hiç bitmeyecek sandığımız mutlu günlerin ardından acılı günler geldi. yokluğuna alışmak zordu. bu acıya dayanmak onu unutmak zorundaydım. aylar türlü sıkıntılarla geçti, onsuzluğa tam alışırken, yeniden dönmesi bütün hayatımı alt üst etti. şimdi ne yapacağım bilemiyorum.”
Fırat, 467 günün sonunda Çiğdem’in unutulmadığını göstermek için onu evine götürür. Duvarlarda devasa fotoğraflarla karşılaşır. Resimler kurşunlanarak delik deşik hale gelmiştir. “Sen gideli çok oldu. Çiğdem sen gideli 467 gün oldu her kurşun deliği bir gün içindir. Niye kurşun? Söküp atmak kurtulmak için belki, lakin gördüm ki seni öldürme çabası boşmuş SEN ÖLMEZMİŞSİN”
Kan, barut ve korku aynadaki görüntüsüne ateş eder. 40 aynadır parçalıyor, kudretli güçlü Fırat’ı öldürüyordur kendince. Maddede bir anlam ifade eden gücü 40 ayna sonunda yenmeyi başarmış. Aynada ki aldatıcı görüntünün aşkın karşısında biçare düştüğünü anlamış. Büyük karar vermiştir. “silahımı alırsan, inan olsun ölürüm, ama ben aşkınla ölmek istiyorum” diyen kabadayı Fırat silahından vazgeçerek şairleri yazılacak bir “an” bırakmıştır.
Didem Madak’ı şiirlerinde bu ”an”ı yazdığını ifade eder. Fırat; ya silahı ya da aşkı seçmek zorundadır. Sonunda aşkı seçer ama vurulur. Ben şiirimde Fırat’ın vurulduğu anı yazmaktayım der. Bu sahne filmin son sahnesidir. Fırat gibi sevmek zordur aşk için tüm ihtimalleri geride bırakmak her babayiğidin harcı değildir. Kıyamete en yakın bizken aşkı kelimelerle anlatmak zor geliyordu insana. Gerçek aşk bedenimize ve ruhumuza kement vuran tüm nesnelerden azade olma ve terk ediş hikâyesidir.
Hayret makamını terk etmeye hazırsan gel bizimle.
“Âşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer;*
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme.”



Hiç yorum yok:

RESİMLER

RESİMLER
Kelebeğin Rüyası