reklam

Manşet

AZİZ EXUPERY : KÜÇÜK PRENS

Yazar Unknown 16 Kasım 2016 Çarşamba 0 yorum
Antoine de Saint Exupery yaşadığı hayat onu bir şaheser olan Küçük Prens’i yazmaya doğru adım adım götürmüştü. Çocukluğunda evlerinin yanı başında havaalanı olması bütün gün uçakları izleyerek hayal dünyasını gökyüzüne kurmuştu. Hayatın şartları kendisini denizci yapsa bile, O hayalinden vazgeçmeyerek bir uçak pilotu olmayı başarmıştı. Toulouse ve Dakar arasında posta servisi yaparken Tunus’ta Sahra çölüne zorunlu iniş yaptı. Dört günlük kumlar arasında geçen maceradan sonra bir bedevi tarafından bulundu. Hayatın getirdiği bu tecrit dönemi hayatı tekrar sorgulamak için bir dönüm noktası oldu. İsminde yer alan Saint(Aziz) gibi gerçek manada bu makama ulaştı. II. Dünya Savaşı başladığında Fransa, Almanya’nın işgaline uğradığında ABD’ye gitmek zorunda kaldı. Exupery, ölmeden çok kısa bir süre önce, annesine yazdığı bir mektupta şöyle yakınmıştı:
-Ne kötü bir çağda yaşıyoruz anneciğim…

Savaşın getirdiği tarif edilmez acıları düşleyerek insanların hırsları uğruna her şeyi daha da kötüleştirdiği bir zaman diliminde toplumsal eleştiri olarak eserini kaleme aldı. 1943 yılında dev eseri “Küçük Prens” (Le Petit Prince) özellikle yayınlamıştır. 31 Temmuz 1944’te uçağı vuruldu ve Marsilya açıklarında denize düştü. Uçağının enkazı 2004 yılında balıkçılar tarafından bulundu. 44 yaşında kendini hiç umulmadık bir anda hiçlik denizine gömmüş ve sahiplenmemeyi geriye hiçbir şey bırakmayarak bunu göstermiştir. Uzayda “B-612” adlı Astreoid’de yaşayan, altın sarısı saçlı kahramanımızı bizi hediye edip gitmiştir.
Exupéry’nin ölümünün üzerinden 70 sene geçmesi nedeniyle üzerindeki telif hakkı süresi doldu. 2015 yılı bu nedenle bir nevi Küçük Prens yılı olmaya aday konuma geldi. Tüm yayın evleri hızlı bir şekilde kitapları basmaya başladılar. Mark Osborne’un yönetmenliğini yaptığı filmde sahnelerde gösterilmeye başlandı.
“Hiç kimsenin kitabımı özensizce okumasını istemem doğrusu. Bu anılarımı yazarken çok üzüntülü anlar yaşadım. Arkadaşım koyunu ile birlikte beni bırakıp gideli tam 6 yıl oldu. Onu burada anlatmaya çabalıyorsam, bu biraz da onu unutmamak için. Arkadaşı unutmak çok üzücü bir şey. Herkesin arkadaşı olmamıştır. Arkadaşımı unutursam, kendimi o sayılardan başka bir şeye değer vermeyen büyükler gibi hissederim sonra…” Bu kitabı koskoca bir adama adadığım için küçüklerden beni bağışlamalarını dilerim. Ama önemli bir özürüm var. Şimdiye kadar bu adamdan iyi dostum olmadı. İkinci bir özürüm de şu: Bu adam her şeyi değerlendirebilir, çocuklar için yazılmış kitapları bile. Sonra üçüncü bir özürüm daha var: Bu adam Fransa’da oturuyor şimdi, aç, üstelik açıkta. Avutulmak ister. Bütün bu sayıp döktüğüm özürler yetmezse, ben de kitabımı onun bir zamanki çocukluğuna adarım, tabii. Bütün koca adamlar bir zamanlar küçüktüler (gerçi aralarında bunu hatırlayana az rastlanır ya). İşte gerekli değişikliği yapıyorum: Çocukluk günlerindeki dostu LEON VVERTH için” diyerek büyüklerin bu kitabı daha dikkatli okumaları ve çocuklar için daha güzel bir dünya bırakmalarını istemektedir.
Küçük Prens hak ettiği değeri toplum tarafından görmüş 140 milyon kopya satarak çeşitli sanat dallarına ilham kaynağı olmuştur. Fransa hükümeti tarafından Küçük Prens, Exupéry’nin resimleri ile kitaptan alıntılar 50 franklık banknotların üzerine basılmıştır.




Küçük Prensi okumaya başlamadan önce bu bilgiler ışığında daha bir özenle okumamızı sağlayacaktır. Saint Exupery romanı ele alırken alışılmışın dışında semboller koyarak aslında herkesin sahip olduğu manevi yaraları tamda gözümüzün önüne koymaktadır. Kitabını kendi resimleyen yazar sanki hayali karakterimizi bir yerlerde yaşadığına inandıracak ölçüde başarılı çizimler ortaya koymuştur. Resimler yalın olduğundan sanatsal açıdan bir değeri olmayabilir. Aziz Exupery hikâyede vermek İstediği temel mesajda “Gözler asıl görülmesi gerekeni görmez” der. Hayat tamamlayıcı unsurlarla bir anlam ve değer kazanır. Ünlü İspanyol ressam Picasso tek başına çiziminiz bir şey ifade etmez. Zaten herkes bir şekilde hayatın merkezine kendisini koyuyor. Asıl soru “boşlukları nasıl dolduracaksınız.” Romanı okurken gözden kaçırdığımız hatta farkına bile varmadan yaptığımız sadece gezegenlere odaklanmaktır. Aziz Exupery uzay boşluğunda gezegenleri seçmesi bilinçli bir seçimdir. Samimi olarak kendimizde bunu itiraf edelim: Biz o boşlukları hiç görmedik. İşte aslında hep dünyayı ben merkezli düşünerek kâinatı kendimizin etrafında çevreledik. Hayatı gerçek manada anlamlandıran bir çocuk safiyeti ile yaşayanlar boşlukları doldurabilen ve gönlünde herkese yer açabilen bir insan düşlemektedir Aziz Exupery. Azizimiz, alacağımızın yolun en önemli nirengi noktalarına sembollerle reflektör tutarak insanlığın yoldan çıkmaması için çabalamıştır.
KÜÇÜK PRENS
“Gözler asıl görülmesi gerekeni görmez”

Sanat yapıtımı büyüklere gösterdim. Korkup korkmadıklarını sordum. “Korkmak mı?” dediler.
“Şapkadan mı?”
İyi ama şapka resmi yapmamıştım ki ben. Fili yutmuş olan bir boa yılanı resmi yapmıştım.
İlk okuduğunda gördüğü resme bakıp şapka diyenler çoğunluktadır. Sadece bu resmi insanlara göstererek çocukluktan ne kadar uzaklaştığını anlayabiliriz belki. Oysa tek bir nokta resimdeki ayrıntıyı bize vermişti. Anladım ki bizde artık büyükler kategorisine girerek bir zamanlar çocuk olduğunu unutanlar sınıfına geçmiştik. Ekonomik kaygıların hayallerimize vurduğu ilk darbe daha iyi bir yaşam için coğrafya, tarih, aritmetik ve dilbilgisine öğrenmelerini istemeleridir. Çocukların doğal boşlukları istemediği bir şekilde büyükler tarafından doldurulurken en büyük boşluğu çocuğun kalbinde oluşturmaktadırlar. Tertemiz bir boşluğu fıtratını gereğinden uzak, farklı argümanlarla doldurulan çocuklar geleceğin mutsuz sistemin mekanik büyükleri olmaktadır. Aldığı yanlış cevaplar ve yetişkinlerin asıl görülmesi gerekeni görmediklerinden yazarımızda herkes gibi olmaya karar vermek zorunda kalıyor.
“Bu senin koyununun kutusu. Koyun kutunun içinde.”
Çöle zorunlu iniş yapan pilot kervan geçmez ıpıssız yerde zor bir işe girişmiş uçağını tamir etmekle uğraşıyordu. Küçük Prens tüm sevimliliğiyle karşısında arzı endam ediyor: “Bana bir koyun çizin!” diyor. Pilotun yaptığı hiçbir koyun şeklini beğenmiyor. Pilot bir kutu çizer, koyunun bunun içinde diyince Küçük Prens mutlu olur. “Ama, şimdi açık konuşalım, ben kutuların içindeki koyunları göremiyorum. Belki de büyükler gibiyim biraz. Büyümek zorunda kaldığımdan olacak”. Büyüseniz de içinizdeki çocuğu asla büyütmeyin yoksa makineleşirsiniz. Egoizmin kök saldığı bir çağda hepimiz kendi iç âlemlerimizde yalnız karakterleri oynuyoruz. Herkesin anlaşılmaz bir şekilde küçük dünyalarına hapsettiklerinin ihtiyacı olan sadece bir dost. Kutudaki koyunu siz hayal edin ekranlarda dayatılan starlar, sporcular, oyuncular olması mümkün değil. Aziz Exupery kitabı ithaf ettiği eski çocukluk arkadaşı gibi mutluluk uzaklarda değil; çevremizdedir. Lütfen yakınlarınızla iletişime geçerek yalnızın birini uyandıra bilirsiniz.

                
“baobaplara dikkat!”
Küçük Prensin kendi gezegeninde bir disiplin haline getirdiği korkunç bir bitki tohumu olan baobap ağaçlarının gezegenini istila etmelerini önlemek için sürekli temizlik yaparmış. Toprağın içi bunlarla doluymuş biraz geciktiniz mi bir daha kurtulamayacağını, gezegenini yok edeceklerini anlatır. Eminim bir çoğu insan merak edip baobap ağaçlarını nasıl olduğunu merak edip araştırmamıştır. Kabuğundan ve yapraklarından “adasonina” adı verilen ateş düşürücü madde elde edilen 18 mt boya ulaşabilen dev gövdeli bir Afrika ağacıdır. İçimizi saran kötü düşüncüleri zamanında temizlemezsek baobap ağaçları gibi kalbimizi saracak artık her şey için çok geç olacak. Efendimizin dediği yapılan her kötülük kalpte siyah bir nokta olarak belirir. Eğer onu zamanında bir iyilikle telafi etmezsek simsiyah bir kalp sahibi oluruz. Evrensel değerlerden uzaklaşmış insanlığını kaybeden bir canavar haline dönüşe biliriz. Hem içimizde hem de çevremizdeki dostlarla aramıza girecek baobap ağaçlarını büyümesine de izin vermeyelim. Everest’lerden müteşekkil bir dünya sarp, çetin ve yaşanmaz olacaktır.
                                                         


                     

“günbatımını tam kırk dört kez izledim!”
Sahip olduğumuz çağ daha çok çalışıp daha çok tüketmeyi öngördüğünden insanlar kendilerini sürekli başkalarıyla kıyaslamaktadır. Bu da aslında başkalarının sahip olduklarına sahip olduğunda mutlu olacağını sanan tatminsiz bir neslin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Oysa insan küçük mutlulukların bilincine vararak yeter ki gerçek manada mutlu olabilmeyi bilsin. Hadi gidip günbatımıyla birlikte gündoğumunu izleyin. Mutluluk sahip olduklarınızdır, olacaklarınız değil…

“Ama onu nasıl sevmem gerektiğini bilemeyecek kadar küçüktüm…”
Aslında baobaplardan başka bir şeyin olmadığını düşündüğümüz Küçük Prens’in gezegeninde bir gül mucize gibi ortaya çıkmıştır. Gülün tohumdan çıkışını, suladığını, koruduğunu ve zamanla büyümesini anlatır. Aralarında sevgi dolu bir bağ oluşmuştur. ‘Söylediklerine değil, yaptıklarına önem vermem gerektiğini bilmem gerekirdi’ Bazen ikili ilişkilerimizde öyle küçük şeylere takılırız ki pire için yorganı yakarız. İkisi de duygularını saklamaya yeğlemiş ve bu onlara ağır bir bedel olmuştur. Biz kibirlerimizi ve takıntılarımızı bir kenara bırakarak sevdiğimizi ifade etmeyi öğrenmeliyiz. Hatta herkes birbirine sevgi ve aşk dolu mektuplar yazabilseydi ne güzel olurdu. Nefretimi çok kolay ifade edebiliyoruz ama sevmeye gelince bunu yapamıyoruz. En önemlisi şefkat hisleriyle insanları affetmeyi öğrenmemiz gerekecek. Maalesef insanlar aldığı bazı kararları gökten inmiş gibi kabul edip nefislerine söz geçiremediklerinden geri adım atmayı hiç düşünmezler. Küçük Prens gülün kalması için tüm çırpınışlarını görmezden gelerek iyi dilek temennileriyle yolculuğuna başlar.
“Eğer kendini yargılamayı başarabilirsen, o zaman gerçek bilgeliğe ulaşmışsın demektir.”
Küçük Prensin önemli özelliklerinden birisi de sürekli soru sorup cevabını beklemesidir. Uğradığı gezegenlerde öne çıkan özellikler; yetişkinlerin olması ve sürekli bir uğraşlarının bulunmasıdır. Bu yetişkinlerin kendi çizdiği sınırlarda yalnızlıklarda buhranlar yaşaması belirgin temadır. İlk gezegende karşımıza çıkan kendini diğer insanlardan üstün göstermek için makam, unvan ve bulunduğu konumla insanlara hükmetmeye çalışan Kralla karşılaşırız. Nasreddin hocanın dediği gibi “ye kürküm ye” anlayışını sahip günümüz tipik insanı gibidir. Egoist, empati yeteneğini kaybetmiş, üst düzey bir yerde olma hayali, etrafındaki başarılı insanlara kin duyma, eleştiriye kapalı olma ve mükemmel yaratıldığına inanan tam bir narsist kişilik karşımıza çıkar. Değerlendirmelerini maddi kıstaslara göre yaptığı için bazen krallardan daha çok despot, acımasız ve mutlak itaat bekleyen kralcıklar etrafımızda sayıca epey fazlalaştı. Tüm bunlardan sıyrılmanın anahtarını hastalığının farkında olup vazgeçemeyen kraldan öğreniyoruz. “Kendini yargılamak başkasını yargılamaya benzemez. Eğer kendini yargılamayı başarabilirsen, o zaman gerçek bilgeliğe ulaşmışsın demektir.”

“Büyükler gerçekten çok tuhaf “
İkinci gezegende karşısına sadece kendi ile ilgilenip kendi ile endişelenen kendini beğenen ve başkalarını hiç önemsemeyen ve onlar hakkında endişe duymayan bencil bir adamla karşılaşır. İngilizcede the best tabiri vardır. Her şeyin en iyisini belirtmekte kullanılır. En en diye hayranlık hislerini büyütenler hep hizlan yaşamıştır. Toplumda yaşayan insanlar kardeşini önünde överek boynunu kırmamalı. Birileri eksiğimizi söylediği vakit üzerimizdeki akrebi alıyor gibi bir gönül rahatlığıyla karşılamamız gerekmektedir. Yoksa çizimde de göründüğü üzere övgüleri almak için palyaçoya döneriz ama farkında bile olamayız.

“Neyi unutmak için?” “Niye içiyorsunuz?”
Üçüncü gezegende karşısına niçin içtiğini bile unutan ayyaş asık bir süratle karşılaşır. Sadece kendi gamı ile kendi çıkarı ile tasalanan, başkalarının gam ve kederini hissetmeyen, önemsemeyen hodgam bir kişilik görür. Çoğu insan ayyaş olmadığı için bu gezegeni çokta dikkate almaz. Belki biz içki içmiyoruzdur ama diğer insanların kederlerini görmezden gelmek için acaba hangi argümanları kullanıyoruz. Küçük Prens gibi samimi olarak kendimize soralım ve cevap verelim. 3F kuralını hatırlayalım en basitinde (Futbol, Fiesta, Fado) insanlığın büyük acılar yaşadığı ortamda hala bunlar çok revaçta ve kendimizi uyuşturmaya devam ediyoruz. Hatta bunların çoğunu o kadar sıklıkla yaparız ki bir zaman sonra niye yaptığımızı bile unuturuz.

“Şu büyüklerin tümü de çok garip,”
Dördüncü gezegende bir anını boş geçirmeden çalışarak zengin olan bir iş adamı ile karşılaşır. Tolstoy’un “İnsan Ne ile Yaşar” kitabının başında anlattığı hikâyede mal hırsıyla daha fazlasını isterken hiçbir şeyin sahibi olmadan ölen insanı anlatır. Küçük Prens sorduğu sorulara aldığı cevaplar karşısında hayretler içerisinde kalır. Maddeperestler, sahip olmak için hayatın tüm birimlerinden kendini soyutlayıp monoton bir yaşamı seçerek kendini tüm güzelliklerden mahrum bırakırlar. Onlar için tek önemli olan sadece sahip olduklarıyla övünmesidir. Mal yığıp duranlara sahip oldukları hiçbir zaman huzur vermemiştir. Yüce kitabımız Hümeze-2 de uyarır. “Servet biriktirip, sonrada(muhtaçları düşünmeden hırs ve tutkuyla) onu sayıp duranların (ve servetim var diye başkalarını küçümser) vay haline.”

“Anlayacak bir şey yok,” dedi. “Emir emirdir.”
Beşinci gezegende kendisini arzın altındaki öküz zannedip yaptığı işin çok önemli olduğuna inanan ve kurallar koyarak vazgeçilmez olduğuna inanan bir fenerci ile karşılaşır. Verilen işin kutsiyetine inanan sorgulamaktan vazgeçip duyduğu ilk şeye benimseyenler her türlü zorbalığı yapabilirler. En çok zararı da kendilerine verirler. George Orwell Hayvanlar Çiftliğinde eğer daha çok çalışırsam sahiplerimi ve sistemi ayakta tutabilirim derken ölen at “Boxer” hatırlatır. Zorba sistemlerin kullanılmaya en müsait tipleridir.

“çünkü onlar gelip geçici şeyler”
Altıncı gezegende kendini bir fanusa kapatmış sahip olduğu değerlerinin farkında olmayan sürekli hayal ettiği başka güzelliklerin peşine takılan bir coğrafyacıyla karşılaşır. Sürekli geleceğe dair planlar kurarak olduğu anla yüzleşmekten kaçmaktadır. Bir şey hakkında ne kadar bilgi sahibi olursak olalım onu yaşamadığımız sürece anlamamız mümkün olmayacaktır. Bilgisiyle amel etmeyenler hep kafa karışıklığına sebep olurlar. Kaşif kendince bir güle “çünkü onlar gelip geçici şeyler.” derken Küçük Prens’in tek dostunu değersizleştirerek kafa karışıklığına sebep olmuştur. Bunun yanında masa başında oturan yöneticilerin toplumlardan uzak kendi köşelerinde yaptıkları planların bir karşılığının olmadığı anlatılmaya çalışılmaktadır. Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler diyen zihniyetin alt kategori yansımalarıdır.

Dünya
Küçük Prens, coğrafyacının tavsiyesiyle, Dünya adlı gezegene uğrar. “Dünya öyle sıradan bir gezegen değildir. Orada (zenci kralları da atlamadan) tam 111 kral, 7.000 coğrafyacı, 900.000 işadamı, 7.500.000 ayyaş, 311.000.000 kendini beğenmiş insan yaşar; 2.000.000.000 insan yani. Dünya’nın büyüklüğü hakkında siz bir fikir vermek için şu kadarını söyleyeyim: Elektriğin bulunmasından önce altı kıtanın tümünü aydınlatmak için tam 462.511 kişilik bir fenerci ordusu işbaşındaydı.” Küçük Prens’in gördüğü gezegenlerdeki absürt insanlardan sayılayamayacak kadar çok insan vardır. Dünya dışından gelerek tarafsız bir gözle eksik yanlarımızı ortaya koyuyor. Küçük Prens yılandan dünyaya ait bilgiler alır. Yılan “İnsanların arasında da yalnızdır insan,” der. Yılan ürkütücü ve zararlı bir sürüngendir. Oysa insanlar yılanın mahiyetini unutmayarak onunla da arkadaşlık yapabilirliliğine şahitlik ediyor. Çevremizde yılandan öte kobra mahiyetli insanlarla bile iletişim halinde olmalıyız. Zira Küçük Prens kimsenin olmadığı bir çölde bile yalnız kalmamayı bize göstermektedir.

Dünya tanımak için gezmeye başlar. Çöldeki çiçeklere rastladığında kökleri olmadıklarından savrulup gittiklerini söylerler. Fırtınaların çınarları bile kökünden söktüğü görülmüştür ama ormanlar her zaman bir arada çoğu zorlukların üstesinden gelmişlerdir. Küçük Prens dağın tepesine tırmanır ve iç sesini duyurur. Avazı çıktığa kadar içindeki sıkıntıyı dile getirir. “Yalnızım… Yalnızım… Yalnızım…” Kendini yükseklerde görenler yalnızlık buhranlarından kurtulamayacaktır. Yolculuğa esnasında bir gül bahçesine denk gelir. Kendinin gülüne benzer binlerce gül görünce hayal kırıklığına uğrar. Eşi benzeri olmayan şeylere sahip olma bizi hiçbir zaman özel yapmayacaktır. Bunun gerçekle yüzleştiğinde prensimiz ağlamaya başlar. Hayatta umutsuzluğa düştüğümüz anlarda muhakkak bir ışık daima görünecektir.
                            
Yine kurnazlığıyla bildiğimiz tilki bir bilge olarak karşına çıkar. Öğütler verir.”İşte sana bir sır, çok basit bir şey: İnsan yalnız yüreğiyle doğruyu görebilir. Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez. “İnsanların bir şeyleri anlamak için vakitleri yok, her şeyi dükkânlardan hazır alıyorlar. Ama dostluk dükkânda satılmadığı için hiç dostları yok.” Yeri geldiğinde hakikati bir hayvandan bile öğrenebiliriz. Yeter ki at gözlükleriyle hayata bakmayalım. “Benim gülüm hepinizden daha önemli, çünkü onu ben büyüttüm, korudum, şikâyetlerini ben dinledim, sorunlarını ben giderdim, böbürlenme ihtiyacı duyduğunda onu sessizce dinledim…” Pilotla birlikte umutlarını kaybetmeyerek su kuyusu ararlar. “Çölü böylesine güzel yapan, bir yerinde bir kuyu gizliyor olmasıdır”. Umut ettiğimiz sürece içimizdeki Küçük Prens her zaman yaşayacaktır. Aziz Exupery(pilot) unutulmayacak bir dostun hatıralarını gökyüzünde gülen bir yıldızlarda hatırlar. Küçük Prens geldiği noktaya geri dönerek huzura açılan kapının yaşadığımız yer olduğunu anımsatarak hikâyesini noktalar.

“Evrenin bilmediğimiz bir köşesinde, hiç görmediğimiz bir koyun, bir gülü yedi mi, yemedi mi? Büyük bir gizem.”

Hiç yorum yok:

RESİMLER

RESİMLER
Kelebeğin Rüyası