reklam

Manşet

Yazmak -1

Yazar Unknown 9 Nisan 2015 Perşembe 0 yorum


Yazmak -1

Hava bugün çok soğuk, üstüne üstlük kuru ayazla birlikte etraf buz kesmişti. Yağan kar erimek için tüm yüreklerdeki ısıyı bile alıyordu. Öğrenciler, eller cepte hızlı adımlarla koşturuyorlar kapıya… Çantalar sırtta aksesuar gibi, içinde bir şeyler yok galiba… Öğretmen arkadaşlar kutsal kitap gibi ellerinde hazırlanmış tek kitapla, kendi de dahil olmak üzere okumayan okula eşlik etmek için adımlıyor. Bir dönem bitecek, roman okuyan birini henüz görmedim. Anlamıyorum! Ne de hissiz insanlar! Soğuk sadece elleri üşütüp saklamak için mi var? Sanki uçak irtifa kaybediyor gibi tüm ağırlıklar atılmış kitap tutacak kollardan. Korkma, seni sen yapacak üşüyen parmaklardır, ancak saklanan cepten çıkınca anlam bulacak. Saklama bırak çatlasın narin ellerin yazmak ve okumak için.
Bakan gözlerden anlaşılıyor, bu edebiyat hocası “İskender hoca” var ya,  işte kafayı yemiş. Nasıl olacak bu adam? Yine doldurmuş kucağına tüm kütüphaneyi zor yürüyor. Üşümüyor, üşenmiyor mu bu adam yahu! Sen onu bilmezsin evini taşırken evden koca bir kamyon kitap çıkarmışlar. Kendi söylemişti, liseyi bitirdiğinde binden fazla kitap okumuş. Anlayacağın kitapla evli bu adam, yani nam-ı diyar Kitap hoca.
─ İyi dersler çocuklar, buyurun.                                                                                                                                          
─ Hocam yine ne varsa toplayıp gelmişsiniz. Bir milyoncuya mı uğradınız?                                                     
─Yanlıyorsun evladım, tek tek seçtim bu nadide eserleri. Ama ne yapayım, yazının tüm yükünü çeken kelimeyi sözlükten aradım; baktım ki elimde sekiz tane kitap var. Gönlüm razı olmadı. Derdi çekilip fikirlerinize nakış nakış dokunacak kitapları evde bırakmayı istemedim. Sizinle okuyacağımız yazıyı anlamak için bunlar gerekli.
 ─ Hocam diyorsunuz ya Napolyon ne demiş: ‘’para para para’’ siz de ‘’yazın yazın yazın’’ diyorsunuz. Yazmak eline her kalem alanın yazacağı şey demek değildir herhalde.
─ Bak şimdi doğru söyledin! Suya yazı yazmak herkesin yaptığı şey, bir dalga gibi gelir, coşar, kaybolur ve zihinlerde yer etmez. Sayıları o kadar fazladır ki sayamazsın. Yağmuru gözyaşına benzeten milyon birinci kişisindir işte… Yazmak bu mu? Bir eserin önünde oturan ressam, heykeltıraş, müzisyen gibi emek verip ve çalışmaya başlamaktır asıl mesele. Keşke sen de gelsen (onuncu köy sakinleri) okurlar ve yazarlar çiftliğine: “Ne güzel bu sene bir can daha çoğalacağız” diye sevinirim. Çünkü hayat üfleyecek, güçlü kalemlerin diriltici soluklarına ihtiyaç var.
 Gelin sizinle bir yolculuğa çıkalım. Meselenin aslı; zihinlerde kurgulanan fikirleri yazı iklimine indirebilmekte. Düşüncelere libas giydirilip değersizleşen heves çıplaklığından kurtarılmasıdır kelimenin hikâyesi. Bizden hayaller uzakta bulunan Adem ve Havva’nın yeryüzüne inişinde ilk gayreti çıplak bedenden kurtulmaya çalışmasıdır. Yeni başlayacağın yazma işinde, ete kemiğe bürünen harfleri de giydirmek gerekir ki anlam kazansın kelimeler. Hava karanlık, uzaktan görünür Onucu Köyün ışıkları. Adımını atsan ordasın, bak orda işte görünüyor. Herkesin yerini bildiği, ama gitmeye cesaret edemediği mekândır yazmak. Onuncu köyün sakinleri tutmuş kapıları izin vermiyor geçici heveslere; yazmaktan nasırlaşmış elleri ve okumaktan az gören gözleri şart koşuyor, parola soruyor bu sınır geçişine. Ama uzaktan seyre dalar çoğu insan, konuşur durur. Çıkacağı yolun meşakkatlerini bilmeden, yükünü almadan, işin realitesini araştırmayıp yola çıkanlar o kadar çok ki kelimeden mezarlık sanırsın her taraf.
Karar verdim demek kolay. Herkesin yaptığı şeyler bunlar, asıl olan yolun zorluğuna rağmen devam edebilmektir. Yazabilmek için Türkçeden ‘yeter’ ve ‘yorgunluk’ kelimelerini çıkartıp madenin isine ve karanlığa katlanan madenci gibi olmak gerekiyor. Mevlana’nın dediği gibi: ‘’Altın aramıyorum, altın olmaya müheyya gümüş arıyorum.’’  Aslında herkes bir şeyler yapacağım deyip hayaller ülkesinden sürekli su taşır durur. Baygın olduğunu bile bilmeden saf saf bu tenhalarda dolaşır. Asıl mesele, o gelecek suyun nasıl geleceği, nerden geçeceği, önünde hangi engellerin olduğudur. Acaba suyu kirletmiş mi göç eden kırlangıçlar, suyun içine benliği düşürüp yazının ruhunu yaralamış mı? Bir avuç suda boğulurken yardım istemeyi bilmiş mi? Bunun yanında su da güzel sözlerden anlıyor mu? Anlıyorsa onun şekilden şekle, renkten renge büründüğünü görecek göz var mı? Sorular elbette böyle devam edip gider.

Bunun bir adım ötesi belki çok az kişiye nasip olacak. Kazmayı küreği ele alıp kirlenmiş kelimeleri ayıklamak ve tek tek makaslamak gerek dışa taşan harfleri ve haddi aşan sözleri. Bu aletlerle bu iş tam olmayacak galiba, çünkü yapacağın iş ince, senin elinde ise kaba malzemeler… Cımbızı eline al dedimse, sen Venüsü gözlerinin önüne getirecek teleskopla inci gibi diz kelimelerini. Çalışmadan yazmak, gerçek yazarlığın adımlarca gerisinde… Yani bakımsız bir araziyi seyre dalmaya benziyor ve araziye güzelleştirme adına bir değer katmıyor. Bu güzelliği okuyup daha çok seyrederek mest olan yazarlar; güzelliği yaşamak ve yaşatmak için araziyi dolaşmaya gidiyor. Bu yürüyüşler efsunlu yer kaplayan kelime diyarında, gerçek mahsulü verme adına rençper gibi çalıştırıyor. Toprakta gezmeye başlayan Onuncu Köy Sakini tarla sınırlarını, dağınıklığını, büyümüş koca ve yabani otları, ters giden düzensiz arkları, büyük kayaları ve küçük çakılların ne kadar da fazla olduğunu görmeye başlar.  Yani uzaktan bakılmakla olmuyor bu ince işler, biraz daha yakından bakınca çok çalışmak gerekiyor diyor insan. Azimli ve şanslıysa yazmaya başlıyor. Okudukça yazıyor, yazdıkça daha çok okuyor ve yazarlık denen gizemi çözüyor. Mesele anlaşılıyor, çalışmak daha güzelmiş oturup seyre dalmaktan. Artık bir adım ötesinde okuyup çalışanlar, gözlerindeki ışığı daha fazla parlatmaya başlamıştır.

Hiç yorum yok:

RESİMLER

RESİMLER
Kelebeğin Rüyası