reklam

Manşet

Yazmak -2

Yazar Unknown 9 Nisan 2015 Perşembe 0 yorum

Yazmak -2

Güneyli esmer çocuk şeytanın bacağını kırdı. İyi mi yaptım! Kötü mü yaptım! Bilmiyorum? Boğulacak gibi oluyorum, ancak yazınca rahatlamaya başlıyor, nefes aldığımı hissediyorum.. Ne duymak istiyorum ne de görmek.
Ölüm dehlizine adım atmadı yazanlar, gözünü kapatıp koşmaya başladı. Evet, bu sokaktakilerin ilk hastalığı baş gösteriyor yolcularda. Kendini beğenen fırtına misali kasıp kavuruyor etrafı, kendi sesinden başka bir şey duymuyor bu sokağın sakinleri. Eleştiren var mı acaba, varsa bile kulağım duymasın da yeter diyor. Korkuyor… Okuma meydanından yazma sokağına girmişti, ama burası niye bu kadar kalabalıktı. Başlamadan yorulanlar, engelleri aşamayanlar, tembeller, erteleyenler, yolun sonunda düşüp kalanlar canlı cenazelere örnekti. Böyle bilmiyordum yazarları, hani kalemlerine âşıktı bunlar. Buradakiler kalemsiz yazmaya başlamış. Ellerinde bir alet pıt pıt diye sesler ve ardında hemen haykırışlar. Kulağımı tırmalayan bu sesler, arabesk cümleler, sayısını unuttuğum tekrarlar hala daha niye söylenir. Metal kutuların mesaj bölümlerinde kalarak kurtulmayı bekleyen solan yeşilliklere örnekler: Aşk, ölüm, gurbet, vatan, İstanbul, doğruluk, cesaret ve özgürlük. Kalemi olmayan bu yazılmış sokağı karalamayı çok istedim. Kim bunlar yoksa ben de bunlardan biri miyim? Yok mu yardım edecek! Yazmak ilahi kaynaklar gibi kutsalken, neden herkes yazıyor. Doğru anlıyorum her genç yazmıştır, ama yazar olmak bambaşka bir olaydı. Bu kadar basit mi yazıldı? Eğer öyleyse neden sadece dört kitap var. Demek çok değerli yazabilmek.
Koşmaya devam ediyorum, mekân ve zaman üstü bir yerde nefesim kesildi. Oturup kaldılar işte sesi kesilmeyen, ama kendiliğinden kısılacak olan soğan kokan diyalektik bücürleri geride bırakmıştım. Kalemine âşık büyük isimler ortalıkta, çok ıssız bu yerler ve alabildiğine tenha, benim gibi şaşkınlar da çok değil. Tabelada bir cümle sözün giydirildiği sokak… Ruhunun derinliklerini sözlerle süsleyip, uğraşıp didinmeye devam eden devasa kametleri izliyorum.
Evet, evet yanlış görmedim oturan biri, o da kim yüzünü duvara dönmüş. Ölümün kıskacında gençken ihtiyarlığı solukluyor, belki de çok korkuyor. “Delikanlı” diyor:
Yaş otuz beş yolun yarısı
Dante gibi ortasındayız ömrün
N’eylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.
Hatırla ki mahşer günüdür
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum
Biri daha işte sırt üstü uzanmış yıldızları izleyip tek kelimelik sözlükler yazıyor. Nedir bu tek kelime: “Allah” diyor. Yanında ayakta bekliyorum, bana bir şey diyor musun? Cevap beklentisiz ve asırlar evvelinden ‘’gölge etme başka ihsan istemem’’. Yürüdükçe adımlar yavaşlıyor, her cümlesine değil her harfine vuruluyorum. Şu garip kılıklı derviş midir nedir, ne kadar da derin bakıyor. Sanki burada değilmiş, çoktan ufuklara yelken açıp pervaz etmiş gibi, uzaktan biraz Epiktetos’u andırıyor. Acaba yakından Yunus Emre’ye mi benziyor? Mona Rosa nasıl yazılmış ki yazarını unutturuyor. Ama görmüyor çoğu insan, “Diriliş” ellerinde kuruyor. Ve ne güzel söylüyor:
Aşk cellâdından ne çıkar mademki yar vardır                                                                                                                   
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır                                                                                                                                
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır                                                                                                                          
 O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır                                                                                                                            
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır                                                                                                               
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır                                                                                                             
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır                                                                                              
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır                                                                                                                  
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır                                                                                                                                   
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır                                                                                                         
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır                                                                                                              
Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır                                                                            
Sevgili                                                                                                                     
En sevgili                                                                                                                                                  
Ey sevgili
Çıplak duran mavi gözlü bir dev neden yırtıyor kâğıtları ve hep aynı beyti yazıyor. Açılsa da imansız buz gibi diyarlara, kendini emin sahile çıkaracak o yelkeni hep saklı tutuyor içinde; sen anlam veremesen de.
Bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen                                                                                                                                       
Bir teselli bulurdun kalbimi görebilsen
Ey bu caminin ruhu: Bize mucize göster
Mukaddes huzurunda el bağlamayan bu yer
Gönüllere su serpecek kalemler mürekkebini nur denizinden doldurup yazıyor. Yazdığını yaşıyor, yaşadığını yazıyor. Her satırı yedi kere yazıyor ve KORKMA deyince bir millet ayağa kalkıyor. Tüm şairler kana kana içiyor o kelime çeşmesinden, akan beyaz sakallar suyu büklüm büklüm buruyor. Büyük doğudan yükselen bu dava güneşlerinden ne de az var! Kandilsiz çıkıyorlar gökyüzüne. Biri daha var bunlar gibi garip, belki en garibi, ama kalemine âşık. Adi olsa da çöpten toplanan kâğıtlar, kalem kıvrılmaya başlayınca kim görür kiri pası. Çöplük zeminin görülmeyen koridorlarında Minyeden bir Abdullah çıkar.

Evet, son demde ümitsizlik peyda olur simurga giden kuşlar gibi. Daha uzunsa bu yol duralım… Biz, ne yapabiliriz ki? Yazılmış zaten yazılan fazlasıyla, ama sana derim: Ey oğul öyle demeseydi nurdan bir genç, yağmurun sesinde Efendimizi (sav) hiç dinleyemezdim.
Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini                                                                                                                                   
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir                                                                                                            
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım                                                                                                              
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım                                                                                                        
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım                                                                                                                         
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım                                                                                                                   
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım                                                                                                           
Bahira’dan süzülen bir yaş da ben olsaydım

Son demde yine de tarif istersin. Yazmak mı? Ömürden kayıp giden kaybolan bir anın tekrar geriye getirilmesidir. Kâinatta zerre halinde olan insan ebediyete taliptir. Kalemini mürekkebe daldıranlar bunu dile getirmeye çabalayan ölmek istemeyen yazarlardır.  Kalemi eline almak, silmek, tekrardan yazmak, sildiğini de silmek işte… Her yazdığını dönüp bir kere daha yırtıp çöpe atmak… Ve her beyaz sayfaya bir kere daha yenisini yazabilmek. Yazmak her dönemin karanlık yollarına, dönemeçlerine, kavislerine ve çukurlarına reflektör tutarak insanlığın yolunu aydınlatabilmek. Ne olur şu yazdıklarımdan daha büyük kametler, güneşler varken diyebilirsin. Sanat yapmayı bir kenara bırakıp insanlık için yoldaki küçük bir çukuru doldurabilir ya da yol gösteren bir levha olabilirsin. Zor da olsa yazanlar, geride kalıp gelemeyen insanların kendilerine yetişmesi için fren tutup benzeri olmayan bir dünya kurmaya çalışan güneş ülkesinin yiğitleridir. Meriç kıyısında bu ülkeyi kurmak için gözlerini kaybet, gerekirse en genç yaşında. Kolay değil elbette, çalış gök kubbenin altında serin servileri on yıl bekle. Kalemini sen açacak, sen yazacak, sen okuyacaksın. Aşığım tahta kalemime ve bekliyorum okuma sergisinden avucumuza kalan en müstesna kelimeleri …

Hiç yorum yok:

RESİMLER

RESİMLER
Kelebeğin Rüyası